Şizofrenik Parçalanmalar Ve Bilincin Ölümü
İslâm dünyası toplumları ve kültürleri, hayatın her alanında, modern-seküler dünya tarafından kendilerine dayatılan, sömürgeci bir gerçekliğe uyum sağlamaya çalışıyor. İslami tahayyül ve tasavvuru itibarsızlaştıran ve imkansız kılan bu gerçeklikle ilgili eleştirel bir algılama ve kavrama çalışması yapılmıyor. Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz hayati sorunlarla ilgili derin bir suskunluk içerisinde bulunduğumuz için, düşünce/zihin/kültür dünyamıza dayatılan sömürgeci gerçeklikle ilgili, bu gerçeklikle hesaplaşabilecek entelektüel sorumluluklar almaya cesaret edemiyoruz. Bu konuda sorumluluk alabilmek için, İslami anlamda yapısal bir çözümleme bilincine ve kuşatıcı bir ufka sahip olmak gerekiyor.
İnsanlığın dünyası, insani varoluşun ve hayatın çok boyutlu, çok renkli, çok derinlikli birliğinin/bütünlüğünün, modernite ile başlayan şizofrenik parçalanmalarına maruz kalmaya devam ediyor. Şizofrenik parçalanma, dünyayı/hayatı/varoluşu tek boyuta, maddi/hesaplanabilir bir boyuta mahkûm etti. Modern zamanlar boyunca, Batı Avrupa’nın, sözünü ettiğimiz şizofrenik parçalanmalar merkezinde dünya ölçeğinde kurduğu entelektüel tahakküm, bugün de entelektüel haçlı seferleri biçiminde sürüyor, sürdürülüyor. Bütüne, bütünlüğe nüfuz yeteneğini kaybeden insanlığın dünyası, ancak parçaların bilgisine ulaşabiliyor. Bütüncül sorunlar, büyük insanlık sorunları, büyük sorunlara ilişkin dikkat, sorumluluk ve hassasiyetin yerini, günlük, nicel, maddi, teknik sorunlara ilişkin ilgi ve dikkat alıyor.
İslam dünyası toplumlarının bilincinin sömürgeleştirildiği, sömürgeleştirilen bilinç üzerinde entelektüel-kültürel hegemonya kurulduğu günden bu yana, İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatı, İslam’ı, İslami ve Kur’ani temelde tanımlama/anlama/anlatma özgürlüğüne sahip değildir. İslami düşünce-kültür-ilahiyat hayatı İslam’ı ancak, entelektüel haçlı seferlerinin belirlediği kavramsal dil ve çerçeve içerisinde konuşabiliyor, tartışabiliyor.
İslami düşünce-kültür hayatı, bugün, kimi istisnai yerler-isimler dışında, İslam’ı, büyük ölçüde, entelektüel haçlılar nasıl algılamamızı, nasıl, hangi ölçüde, nereye kadar, ne kadar süreyle, hangi şartlarda tecrübe etmemizi istiyorlarsa, o bağlam içerisinde konumlandırmaya çalışıyor. İslam dünyası toplumlarında düşünsel-kültürel hayat, bugünün dünyasında “demokrasi” diye bir şey olduğunu, ancak bu şey’in içerdiği iddia edilen kavram ve kurumların hiçbir zaman hayata geçirilememiş kavram ve kurumlar olduğunu ne yazık ki halen fark edebilmiş değildir.
İslami anlamda gerçek özgürlüğün, İslami farkındalık’la başlayabileceğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekir. Seküler haçlı seferlerinin belirleyici olduğu hakim anlayış/zihniyet/uygulama, İslam’ı, hiçbir alanda, hiçbir müeyyidesi ve otoritesi olmayan bir çizgiye mahkûm ediyor. Bu amaca yönelik olarak, İslam’ın bağımsız bir sistem şeklinde, meşruiyet ve mevcudiyetini yeniden inşa etmeye çalışan İslamcı aydınları, düşünürleri, bilginleri ve akımları/hareketleri sistematik kampanyalarla etkisizleştirmeye, değersizleştirmeye çalışıyor. Entelektüel haçlı seferlernin oluşturduğu zihinsel vesayet sistemi içerisinde düşünen, hareket eden ve üreten, İslami anlamda düşünce/yorum üretme irade ve iktidarına sahip olmayan Müslüman aydınlar da entelektüel haçlılarla birlikte aynı kampanya içerisinde yer alıyor.
Varoluşsal bütünlük bilincinin parçalanmasıyla birlikte, bütünden bağımsız her parça uzmanlık alanlarının sınırları içerisine hapsedildi. Bu nedenledir ki, günümüzde İslam ve Kur’an çalışmaları da uzmanlık alanlarına kapapatılmış bulunuyor. Müslüman ilahiyatçılar, uzmanlık konularına göre İslam’ın geçmişte kalan uygulamalarını çalışıyor. İslam’ın günümüzde ne yapması, nasıl yapması gerektiği konusunda da entelektüel haçlılar yol gösteriyor. Bu konuda, bugün, akademik ve entelektüel bir konformizm oluşturulmuştur. Bu durum, İslami anlamda büyük bir bilinç kıyımı ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.
Hakikatin göreceli hale geldiği-getirildiği bir dünyada ve toplumda, kimi zaman ideolojik bir dil ve söylemle, kimi zaman popülist-milliyetçi bir dil ve söylemle insanların bilincine müdahale edilebiliyor, önyargılarına hitap edilebiliyor, her tür duyarlılık bir şekilde kirleniyor, kirletilebiliyor. Hakikatin göreceli hale getirildiği bir toplumda, ahlaki olanla, ahlaki olmayan arasındaki farklar belirleyeciliğini kaybediyor. Bireyler, ahlaki başarısızlık ve çürüme pahasına, maddi başarılar peşinde koşuyor. Hakikatin göreceli hale geldiği toplumlarda imaj’lar, ideallerin yerine geçiyor, haber ve fikir üretmek yerine, gösteri ve propaganda üretiliyor. Ahlaki sorumluluğa yabancılaşan insanlar, politik ve hukuki sorumluluğa da kolaylıkla yabancılaşabiliyor.
Günümüzde, modernite ile birlikte yaşanan şizofrenik parçalanmanın bir başka biçimi, İslam dünyası toplumlarında yaşanıyor. Bütün insanlığı kuşatan-içeren bir inancın-düşüncenin-hayat tarzının-dünya-ahiret bilincinin ve ahlakının, her şartta somut ifadesi olması gereken Müslümanlar, duygu/düşünce/bilinç ortaklığını, dayanışarak varolmayı imkansız kılan, kabile-aşiret-mezhep bencilliklerini kutsayan şizofrenik bir parçalanma yaşıyor. İslami bilincin, tevhid ve ümmet bilincinin, İslami idealizmin çöküşüyle birlikte Müslüman halklar, popülizmlerle, popüler milliyetçiliklerle uzlaşıyor, bütünleşiyor. Bu durum, düşünsel-kültürel yüzeyselleşme ile sonuçlanıyor. Yoğunlaştırılmış hamasetler, yoğunlaştırılmış dini ve milliyetçi popülizm uyuşturucularına maruz kalan ve bu uyuşturucuları içselleştiren, bunlarla kendilerini ifade eden, bütün bunları bir iftihar vesilesi sayan toplum ve kültürlerde, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde İslami farkındalık oluşturulamaz, oluşturulamamıştır. Bu tür toplumlarda ve kültürlerde halklar uygun adım marş diline ve söylemine dahil edilerek kontrol edilirler.
Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında uluslar arası nitelikte eserler üreten, evrensel bilinç ve sorumluluğu temsil eden düşünürlerimiz yok, ancak, bağımsız düşünme/üretme/yorumlama/çözümleme çabasına hayat hakkı tanımayan, maço popülizmin ifadesi olan binlerce trol’ümüz ve trol imalatı yapan endüstrimiz var. İslam dünyası toplumları, bugün, karşı karşıya olduğu maço popülizmi ile yüzleşmediği, yüzleşme ihtiyacı duymadığı için, zihinsel ve düşünsel ufuksuzluğun, kültürel ufuksuzluğun neden olduğu çok derin ve çok büyük entelektüel çölleşmeyi görmüyor, hissetmiyor. Tüm zamanlara ve tüm insanlığa hitap misyonunu ve vizyonunu kaybeden ve bir tür ruhaniliğe indirgenen din dilinin ve söyleminin hiçbir entelektüel işlevi kılmadığını görebilmeliyiz.
Milliyetçiliklerin, popülizmlerin bir hayat ve siyaset tarzına dönüşmesi, toplumlarımızı, insanımızı ortak insani değerlerin, niteliklerin bilgisine, ahlakına ve bilincine yabancılaştırıyor. Devletin kültleştirildiği toplumlarda, popülist teolojiler politik liderleri bir şekilde kutsallaştırıyor. Her milliyetçilik ve her popülizm, toplumun, toplumların bütününü kendisinin temsil liyakatine sahip olduğuna inanıyor. Toplumlarımızda popülizmin ve hamasetin yükselişi ile birlikte, fikri, entelektüel, felsefi yoksullaşma derinleştiği gibi, her popülizm de karizmatik liderlerle bütünleşerek etkisini sürdürüyor. Popülizm ve hamasetin yükselişi, toplumun zihin dünyasını büyük ölçüde sıradanlaştırıyor, eleştirel duyarlılığı yok ediyor, sıra dışı düşünsel yeteneklere/üretkenliğe hayat hakkı tanımıyor. Bu tür toplumlarda, devlet ve iktidar alanı dışında bağımsız bir entelektüel söylem iklimi/ortamı oluşturulamıyor. Bu nedenle de, özgürleştirici bir farkındalık, sorgulayıcı bilinç oluşturulamıyor. Farkındalığın kaybı, büyük ölçüde hafıza kaybı ile aynı patolojilere neden oluyor. Politik ya da dini popülizmler, düşüncesizce kurgulanan menkıbeler-mitolojiler yoluyla toplumsallaştırılabiliyor. Hamaset üreten klişeler ve sloganlar aracılığıyla insanlar klonlanmış yaratıklara dönüştürülebiliyor. Siyasal kültürün gelişmediği toplumlarda, siyasal manipülasyon yoluyla siyaset yapılıyor, otoriter popülizm yoluyla rıza üretilebiliyor.