Yanlış Bilincin Saltanatı
Müslümanlar olarak, üzerinde hiç konuşmak istemediğimiz, kamusal/toplumsal/siyasal gündeme kazandırmaya cesaret edemediğimiz, derin zaaflarımız, sorunlarımız, patolojilerimiz, yanılsamalarımız, yenilgilerimiz, yoksulluklarımız, yoksunluklarımız, sessiz çaresizliklerimiz olduğu halde, düşünsel/kültürel/entelektüel/felsefi işgale-tahakküme-hegemonyaya alıştığımız/alıştırıldığımız, bu tahakküm ve hegemonyayı içselleştirdiğimiz halde, entelektüel/kültürel/felsefi anlamda kendimize ait özgün hiçbir şeye sahip olmadığımız halde, maddi ihtiraslar ve sömürgecilik temelinde şekillenen saldırgan ve küstah bir dünya görüşünün, hayat tarzının değerleriyle, kavram ve kurumlarıyla uzlaştığımız halde, kavramsal altüst oluşlara, algısal ve zihinsel bir örnekleştirmeye maruz kaldığımız için, ısrarla yeni bir medeniyet kurmaktan, yeni bir tarih yapmaktan söz edebiliyoruz, söz etmeye devam edebiliyoruz.
Hangi toplumda, hangi kültürde olursa olsun, ilgili toplumun-kültürün ufkunun, karizmatik dini ya da politik figürlerin aklıyla/ufkuyla/bilinciyle sınırlı hale gelmesi halinde, ilgili toplumlarda, düşünsel-kültürel-entelektüel-felsefi bir gelişme, üretkenlik, hareketlilik ve hayatiyet yaşanamaz. Bu tür toplumlarda bağımsız-eleştirel çok ufuklu zihinlerden, düşünürlerden, filozoflardan, entelektüel/felsefi kadrolardan-akımlardan-okullardan söz edilemez. Tek akla kapanan toplumlar kendi kendilerini akılsızlaştırmış olurlar. Aynı şekilde, İslam’ı resmi akla kapatarak kurumsallaştırmak da aklı ve düşünceyi yoksullaştırır.
Müslümanlar olarak, bizden önce yaşayanların düşüncelerini, yorumlarını, yaklaşımlarını, mutlaklaştırdığımız için, bugüne ilişkin sorumluluklarımızı yerine getirmek üzere düşünme, içerik üretme ihtiyacı duymuyoruz. Bu nedenledir ki, günümüz dünyasının, tarihinin çok ağır sorunlarıyla, baskı ve tehditleriyle karşı karşıya bulunduğumuz halde, dini ilginin-düşüncenin-tasavvurun ve üretimin, gerçeklikle ilgili olmayan alanlarda yoğunlaşması sebebiyle, İslami etki üretemiyoruz. İslami etki üretebilmemiz için, İslami anlamda entelektüel bağımsızlığa sahip olmamız gerekir. Entelektüel anlamda bağımsızlığa, bağımsız kadrolara sahip olamayan, yerel sınırları aşan etki üretemeyen bir bünye yeni bir tarih yapmaktan söz edemez.
Müslümanlar olarak, nihai hakikate karşı sorumlu olmak bilincini kaybettiğimiz için, her dönemde kararsız kimlikler, kararsız kişilikler, kararsız duruşlar segiliyor, aidiyet belirsizliği ve karmaşası yaşıyoruz. Kendileri için düşünme yeteneğini kaybedenler, kişiliklerini nerede/nasıl konumlandıracaklarını bilmiyor. Bugün, her tür kişiliği çıkarlar/konjonktür belirliyor. Evrensel İslami zihin çok ufuklu, çok boyutlu, çok yönlü bir kişilik oluştururken, yerel zihin, millileştirilmiş zihin tek boyutlu, tek ufuklu zamane kişilikleri oluşturuyor.
Ekonomik bütünleşme, kültürel küreselleşme, laik evrenselleştirme çağında, dünyanın kapitalist model doğrultusunda örgütlendiği bir çağda, genç kuşakları evrensel İslami zihne ve ufka yabancılaştırarak, İslami tercihlerini, duygu alanına/hamaset alanına hapsederek, kişisel ve özel bir tercihe dönüştürerek yönlendirmeye çalışmak kültürel kötürümleşmeyi derinleştirecektir.
İslam, Müslümanlardan bilinç, dikkat, hassasiyet, birikim ve meraklarını, insanlık ve dünya hayatını, dünya tarihini kuşatacak şekilde genişletmelerini, zenginleştirmelerini ve güçlendirmelerini ister. Günümüzde İslam dünyası toplumları, İslamın bu hayati uyarısına rağmen, yerli ve milli bir dil doğrultusunda tercihler yaparak, yanlış bilinci toplumsallaştırıyor, kurumsallaştırıyor, resmileştiriyor. İslama sadakatin yerini, ulus-devletlere sadakat, evrensel zihnin yerini taşralı zihinler, İslamcılıkların yerini milliyetçilikler alıyor. İslam dünyası toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, siyasal rasyonellik her tür ilkesizliği meşrulaştırırken, bencillikler, benmerkezcilikler, başkalarını sömürmeyi kolaylaştırıyor. Her benmerkezcilik, başkalarını amaçlarına ulaşabilmek için araçsallaştırır. Bugünün dünyasında amaçlar doğrultusunda akıl yürütme yeteneğinin yerini, araçsal düşünme ve araçsal akıl yürütme yeteneği almıştır. Günümüzde bütün akıllar, insanlığın selameti için değil, çıkarlar doğrultusunda seferber ediliyor. Doğru ile yanlış arasındaki farkın bilincinde olmamak, ahlaki yetersizlikle ilgilidir.
İslam dünyası toplumları, karşı karşıya bulundukları, temel-hayati-varoluşsal sorunları, ontolojik-epistemolojik derin bağımlılığı bir sorun olarak görmediği için, yanlış bilincin saltanatı ile kitleleri büyülemeye çalışıyor. Yanlış bilinçle büyülenen, sahte bilincin ürettiği sahte umutlar ve sahte mutluluklarla hayatlarını sürdüren kitleler hiçbir zaman gerçek hayata, gerçek dünyaya ve gerçek tarihe uyanamazlar. Hangi bağlamda olursa olsun, her bağımlılığın, bağımsız/özgün üretkenliği, inşa’yı, yapılanmayı imkansız kıldığını bilmek, anlamak, öğrenmek gerekiyor. Bunları bilmek ve anlamak için, doğru-gerçek bilincin dilini yeniden öğrenmek, seküler bilginin himayesi altında, İslami bilinci söyleyen sözcüklere hayat hakkı tanınmadığını, tanınmayacağını görmek gerekiyor.
İslami iman’ın, kişiye özgü bir iman’a dönüştürülerek, sosyal, toplumsal, siyasal, ekonomik hayata, kültür ve eğitim hayatına pratik anlamda yansıtılmaktan alıkonulduğu, bu nedenle de bütünüyle değersizleştirildiği, şeyleştirildiği bir dönemde, İslami bilincin hiçbir şekilde araçsallaştırılamayacak, şeyleştirilemeyecek dilini, yeniden inşa etmek varoluşsal bir sorumluluğun yerine getirilmesiyle olacaktır. Gönüllü olarak, inanarak yaptığımız İslami tercihlerin, hangi mülahaza ile olursa olsun, yanlış bilincin yoluyla dayatılan tercihlerle değiştirildiği, değiştirilebildiği toplumlarda, İslami şahsiyet kavramının büyük bir çöküşle karşı karşıya olduğunu kaydetmek gerek.